insanların düşünmesine de engel olan bir eğitim ve medya var. İnsanların düşüncesi yasaklanmış vaziyette. Biz insanların düşünmesinin önünü açmak istiyoruz. Düşünmek, soru sormakla başlar.

Ahmet Altan

15 Şubat 2007 Perşembe

YORUM

Madde 301'in derin anlamı
Turgut Tarhanlı

Önceki günkü basında, iktidar partisinin bir grup başkanvekiline atfen, bir habere yer verilmişti. Buna göre, gelecek hafta 301. maddenin 'ipi çekilecekmiş'. Bundan kasıt, bu maddenin ya değiştirileceği ya da aynen korunmasına karar verileceğiymiş. Ancak aynı kaynağa atfen, bu haberin son cümlesi şöyleydi: 301. maddenin mevcut halinde 'yürütme' ibaresi bulunmuyor, yapılacak değişiklikle madde metnine bu ibarenin de eklenmesi mümkündür. Böylece, herhalde, yasama, yargı ve yürütmeye dahil bazı teşkilât yapılarının 'alenen aşağılanması' suçu kapsamında yer alması gereken bu devlet organının da aynı maddenin koruyuculuğundan açıklıkla yararlanması sağlanmış olacaktır.

Geçen yüzyılda, Türk Ceza Kanunu'nun bazı şöhretli maddeleri vardı. Örneğin 141, 142, 159, 163 ve 312. 1990'ların başlarında bunların bir kısmı yürürlükten kaldırıldı. Ancak bu defa, bu gruba dahil başka madde hükümleri bu boşluğun doldurulmasında birer hukuki dayanak olarak kullanılmaya başlandı. Ve hatta, bu maddelerin asıl düzenleniş amacı da pek önemsenmeksizin böyle bir boşluk doldurma işlevine alet edildiler. Daha sonra, yeni Ceza Kanunu'nun 301. maddesinin, daha bir-iki yaşını doldurmadan böyle bir şöhrete eriştiğini gördük.

Çok ilginçtir, Türkiye yakın tarihinin kamuya mal olmuş hukuk kuralları arasında, herhalde Ceza Kanunu'nun yukarıda saydıklarım kadar şöhretlisi pek yoktur. Belki, bunlarla bağlantılı olarak geçen yüzyılın sonlarında kabul edilmiş mevzuatımıza dahil başka cezai hükümleri de hatırlamakta yarar var. Ama örneğin bireyler arasındaki özel hukuk ilişkilerinin veya ekonomik hayatımızın, sosyal güvenlik rejiminin ya da çevre mevzuatının çok hayati olabilecek bazı düzenlemelerinin, bırakınız böyle gerilimli bir şöhrete sahip olmayı, adları bile bilinmez. Ama buna rağmen o çerçevede doğan sorunlar varlığını korur. Hatta, bir demokraside bütün bu kanunlar manzumesinin üzerinde yer aldığı kabul edilen anayasalarımız bile, bu ceza mevzuatıyla yarışabilecek böyle bir hükme sahip olamamıştır.

Bir ülkede toplumsal ilişkilerin düzeni konusunda, kural koyucuların öncelikli ilgisi ceza mevzuatı üzerinde odaklanıyorsa, biraz durup bu olgunun kendisini düşünmemiz gerekmez mi? Bu soruyu düşünürken, yukarıda aktardığım o şöhretli cezai hükümlerin kategorik karakterini de dikkate almak gerekir.

Bu hükümlerin tümü, kişilerin maddi ve manevi varlığını ifade etmesi ve bunu ortaya koyma araçları bakımından sınırlayıcı olabilecek nitelikte hükümlerdir. Ve o şöhretlerinin nedeni de, asıl böyle bir işlevi yerine getirmeleriyle sağlanmıştır.

Fakat bu toplumda, örneğin ağır bir âdi suç olarak kabul edilen öldürme eyleminin mevzuatımızdaki yeri ve farklı öldürme biçimleri bağlamındaki hukuki değerlendirme farklılıkları bu ölçüde tartışma yaratmamıştır. Veya adalet kavramını genellikle 'eşitlik' olarak algıladığı değişik anketlerde ortaya konulan bu toplumda, bu eşitlik ilkesinin farklı saiklerle ve vahim bir biçimde altüst edildiği vakalar bile, hiç azımsanmayacak bir sayıda olmalarına rağmen, ne kural koyucular ne de toplumun değişik kesimlerinin genel, yaygın ve sürekli eleştirilerine konu olabilmiştir.

Mevzuatımızın gözde ceza hükümleriyle kendini ifade biçimleri ve örgütlenme ilişkilerinin cenderede tutulmasından nasibini alacak en belirgin hedef grup, elbette kendini ifadeye muktedir ve medeni örgütlenme kabiliyeti olan çevreleri kapsayacaktır. Oysa bu, aslında insanı, sadece cezalandırma optiğinden görmeye ve tanımlamaya çalışan bir hukuk ve siyaset anlayışının doğal fakat vahim sonucundan başka bir şey de değildir.

Birkaç gün önceki bir televizyon programında, Ankara Üniversitesi'nin genç bir ceza hukukçusu, 301. maddeyle ilgili tartışmalara ilişkin çok önemli bir saptamada bulunuyordu: Ceza Kanunu'nun 301. maddesinde önlenmesi hedeflenen, o devlet aygıtlarının aşağılanması ya da 'reformistler'in tâbiriyle tahkir ve tezyifi gibi eylemler, aslında o devlet aygıtlarının kendi yetkilileri veya mensupları eliyle gerçekleştirilmesi çok daha kolay ve o kurumlar için çok zedeleyici olabilecek eylemlerdir. Başka hiçbir kişi, sadece bir beyanda bulunmakla böyle bir zarara yol açamaz. RADIKAL

Hiç yorum yok: