insanların düşünmesine de engel olan bir eğitim ve medya var. İnsanların düşüncesi yasaklanmış vaziyette. Biz insanların düşünmesinin önünü açmak istiyoruz. Düşünmek, soru sormakla başlar.

Ahmet Altan

19 Şubat 2007 Pazartesi

Tek süper güçle buraya kadar
David Clark - The Guardian

11 Eylül ve sonrasının kurbanlarından biri, 1990'larda çok tutulan, dünyanın tek bir süpergüçle daha yaşanılır bir yer olacağı düşüncesiydi. Bu fikir, tek kutuplu dünyada hâkim devletin, küresel çıkarları ve sorumluluklarının peşinde, güvenlik, istikrar ve serbest ticaret gibi herkesin yarar sağlayacağı koşulları üreten bir aktör olarak hareket edeceği iddiasına dayanıyordu.

ABD taraftarlarının savunduğu meşruiyet zeminini de bu fikir oluşturuyordu. Paul Wolfowitz 1992 tarihli Savunma Planlama Kılavuzu'nda, ABD'nin 'ileri derecede sanayileşmiş ülkelerin çıkarlarını iyi hesaplaması gerektiğinden, böylelikle bu ülkelerin bize meydan okumaktan veya ekonomik ve siyasi düzeni tersine çevirme çabasından caydırılabileceğinden' dem vuruyordu.

Kim olsa aynı şeyi yapardı

Manzara bugün çok farklı. Irak'a müdahale tam da zayıflatacağını iddia ettiği aşırılıkçıları ve şiddeti güçlendirdi; daha büyük tehlike içindeyiz. Bush çevre konusunda da ayak diriyor ve iklim değişikliği şeklinde beliren daha büyük tehdide karşı gerekli adımları engelliyor. ABD'nin 764 milyar dolarlık bütçe açığıyla yüzleşmekten kaçması ve imkânlarının ötesinde tüketmeye devam etmesi, dünya çapında bunalım tehdidini ortaya çıkaran ekonomik dengesizliklerin de sorumlusu. ABD, küresel iyilik sağlayıcısından ziyade, küresel bir serseri gibi; dünyayı daha iyi bir yer haline getirebilecek gücünü bencilce ve sorumsuzca kullanıyor.

Bunu, sınırlanmamış gücün kaçınılmaz sonucundan ziyade, Amerikan karakterinin bir yansımasıymış gibi görmek hata. ABD'nin yerinde hangi ülke olsa muhtemelen de daha kötüsünü yapardı. Egemen güçler başkalarının çıkarları ve haklarına basarak yükselir. ABD hegemonyasına dair mesele, bunun Amerikalılıkla değil, bizzat hegemonyayla ilgili olması. Putin'in geçen hafta dikkat çektiği gibi, tek kutuplu model kusurlu; zira gücü sağlıksız ve demokratik olmayan şekillerde tek elde topluyor.

Doğru, fakat bu sözleri Rus liderden duymak da tuhaf. Eleştirilerinin neredeyse hepsi, öyle ya da böyle Putin yönetimi hakkında da söylenebilir. ABD'nin terörle savaş biçimine yükleniyor, ama Çeçenya siyasetinin acımasızlığı, Guantanamo'daki ihlalleri solda sıfır bırakır. Komşularını enerji kesintileri, ticaret ambargoları ve yerel isyanları desteklemekle korkutması, Putin'in dem vurduğu diplomatik ilkelerle taban tabana zıt.

Mesele anlaşmaları delmeye ve uluslararası hukuku çiğnemeye geldiğinde, Putin'in Bush'tan öğreneceği az şey var. Rusya Enerji Anlaşması'nın yükümlülüklerini yerine getirmiyor ve enerji hâkimiyetini jeopolitik ve ticari avantajlar sağlamak için tek taraflı kullanıyor. Putin'in tek kutuplu dünyaya gerçek itirazı, bu kutbun Rusya'nın olmaması. Dış politikası diğer tüm veçheleriyle, karşı çıktığını iddia ettiği yeni muhafazakâr yaklaşımın benzeri. Putin'in kaygısını demokratik standartlar bakımından ciddiye alanlar, Rus liderin döneminde siyasi ve sivil haklarda yaşanan erozyona yeterince dikkat etmiyorlar besbelli.

Avrupa ve Britanya'nın da, küresel gücün daha dengeli ve meşru dağıldığı bir ortam yaratılması için yeni bir stratejiye ihtiyacı var, fakat bu Chirac'ınki gibi olmamalı. Fransız lider, otoriter bir Rusya'yla büyük güç oluşturarak ABD nüfuzunu kırma çabasında. Söz konusu strateji, Avrupa'nın demokratik değerlerini es geçmemeli.

Avrupa'nın, eskinin netameli reelpolitiğine sığınmadan etkili bir güç dengeleme stratejisi izlemesine imkân veren bir alternatif var; bu alternatif, son 30 yılın siyasi değişimleriyle daha da mümkün hale geldi. Dünya nüfusunun üçte ikisi, şimdi demokratik yönetimler altında yaşıyor. Meşru dünya kamuoyunu oluşturan ve harekete geçirilmesi gereken ülkeler işte bunlar. Amerika'daki karar mercileri, BM'yi marjinalize ederken, birliğe herkesin üye olmasının despotlara güç ve meşruiyet sağladığı gerekçesine sığındı. Fakat Irak'a dair tartışmada çarpıcı olan şey, demokratik dünyanın büyük kısmının ABD'ye karşı çıktığı gerçeğiydi.

Mevcut eğilimlere göre, Hindistan bu yüzyılın ortalarına doğru Çin'i geçerek dünyanın en kalabalık ülkesi haline gelecek. Çin'den farklı olarak Hindistan'ın yerleşik bir demokrasisi var ve daha dengeli ve demokratik bir dünya düzeninin kurulma çabasında doğal müttefik olarak görülmeli. Diğer öncelik de Güney Amerika'ya verilmeli; kıtanın son 20 yılda geçirdiği demokratik dönüşümler, Doğu Avrupa'yı aratmıyor. And Topluluğu ve Mercosur gibi bölgesel ticaret blokları da, AB'ye benzer bir Uluslar Topluluğu oluşturma sürecinde. 361 milyonluk nüfusuyla bu kıta tek piyasa, ortak parabirimi ve ortak dış politika yönünde planlar yapıyor.

Otoriter Çin'e karşı...

Avrupa, Hindistan ve Güney Amerika etrafında, ABD'yle zıtlaşmaksızın tek kutuplu yaklaşımları reddeden yeni bir küresel demokratik hissiyatı sağlamlaştırmak mümkün. Amerika hâkimiyetinin sonu göründü, Washington istese de istemese de. Ya otoriter ve giderek kendine güvenli bir Çin karşısında iki kutuplu sistem kurulacak, ya da küresel liderliği diğer demokratik güç merkezleriyle paylaşabilen çok kutuplu bir dünya yaratılacak. Tek kutupluluktan demokratik birçok kutupluluğa geçiş, 21. asırdaki ortak projemiz olmalı. (Rusya Vakfı'nın başkanı, 1997-2001 arasında Britanya Dışişleri Bakanlığı'nda özel danışmanlık yaptı, 16 Şubat 2007)

Hiç yorum yok: